top of page
Ara

Ulusların Zenginliği (Seçmeler)/Adam Smith (7)

  • Yazarın fotoğrafı: HBDivarcı
    HBDivarcı
  • 8 Haz 2022
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 7 Eyl 2022


Bir ülkeniBir ülkenin gerçek servetini ve gelirini oluşturan şeye dair düşüncemiz ne olursa olsun, yani ister bunun apaçık mantık gereği gibi göründüğü üzere ülke toprağının ve emeğinin yıllık hasılasının değerinden oluştuğunu, isterse kaba önyargılarla varsayıldığı üzere, ülke içinde dolaşan değerli metal miktarından oluştuğunu düşünüyor olalım, bu iki görüşün hangisinden bakarsak bakalım her savurgan insan halk düşmanı, her tutumlu insanın ise halk dostu olduğu anlaşılır.


Büyük uluslar, bazen kamu yönetimin savurganlığı ve ölçüsüzlüğü nedeniyle yoksul düşmelerine rağmen asla özel kişilerin böyle davranışları nedeniyle yoksul düşmezler. Herhangi bir ulusun toprağının ve emeğinin yıllık hasılasını değer olarak artırabilmenin tek yolu ya üretken emekçilerinin sayısını artırmak ya da daha önce istihdam edilmiş olan emekçilerin üretici güçlerini artırmaktır. Açıktır ki üretken emekçilerin sayısı, sermayenin ya da o emekçileri geçindirmek için ayrılmış fonların artırılması dışında başka bir yolla asla çok fazla artırılamaz. Aynı sayıda emekçinin üretici güçleri ise ya çalışmayı kolaylaştıran ve süresini kısaltan makinelerin ve aletlerin biraz artırılması ve geliştirilmesi ya da çalışmada iş bölümünün ve görev dağılımının doğru yapılması dışında başka bir yolla asla artırılamaz. Her iki durumda da neredeyse her zaman ilave sermaye gereklidir. Herhangi bir işletme sahibi, gerek işçilerine daha iyi makineler sağlamayı gerekse onların arasında iş dağıtımını doğru yapmayı ancak ilave sermaye sayesinde başarabilir.


Bir ulusun iki farklı dönemindeki durumunu karşılaştırınca, ilk döneme kıyasla sonraki dönemde toprağının ve emeğinin yıllık hasılasının açıkça daha fazla olduğunu, arazilerinin daha iyi ekilip işlendiğini, imalatçıların sayıca çoğaldığını ve daha hızlı geliştiğini, ticaretinin daha bir yaygınlaştığını saptadığımız zaman, o iki dönem arasındaki sürede o ulusun sermayesinin artmış olduğuna ve kimilerinin iyi davranışları sayesinde ulusun sermayesine yapılan katkının, gerek diğer bireylerin yanlış davranışları gerekse kamu yönetiminin savurganlığı nedeniyle oluşan sermaye eksilmesinden daha fazla olduğuna kesin kanaat getirebiliriz. Ama sakin ve barışçıl sayılabilecek tüm zamanlarda, neredeyse büyün uluslarda bile durumun böyle olduğunu görürüz. Aslında, bununla ilgili doğru yargıya varmak için, aralarında oldukça uzun süre bulunan farklı dönemlerde ülkenin durumunu karşılaştırmamız gerekir. İlerleme sıklıkla öyle adım adım seyreder ki, kaydedilen gelişmelerin birbirine yakın dönemlerde fark edilmesi mümkün olmamakla kalmaz, aynı zamanda da gerek belirli iş alanlarının gerekse ülkenin belirli bölgelerinin gerilemesinden, yani ülkenin geneli büyük refah içinde olmasına rağmen bazen meydana gelebilen şeylerden dolayı, zenginliklerin ve sanayinin topyekun yıkılmakta olduğu yönünde bir şüphe sıklıkla doğar.


Uzun ömürlü mallar için yapılan harcama yalnızca birikim için değil, tasarruf için de uygundur.


Bay Locke, para ile diğer taşınabilir mallar arasında ayrım yapar. Diğer taşınabilir malların tümü, der, öylesine tüketilebilir bir mahiyete sahiptir ki, içerdikleri zenginliğe pek fazla güvenilemez; bir yıl bunlara bol miktarda sahip olan bir ulus, bakarsınız ki ertesi yıl hiç ihracat yapmadığı halde, sırf kendi israfı ve savurganlığı yüzünden bunlara çok muhtaç duruma gelebilir. Bunun aksine, para elden ele dolaşabilmesine rağmen yine de ülke dışına çıkması engellenebilirse çarçur edilmesi ve tüketilmesi pek mümkün olmayan istikrarlı bir dosttur. Bu nedenle Bay Locke’a göre altın ve gümüş bir ulusun taşınabilir servetinin en som ve elle tutulur kısmıdır; bundan dolayı, onun düşüncesine göre bu metalleri çoğaltmak ise o ulusun ekonomi politikasının başta gelen hedefi olmalıdır.

Ülke ithal ettiğinden daha büyük bir değer ihraç ettiği zaman, yabancı ülkelerle arasında bu yüzden bir alacak bakiyesi oluşurdu, bu alacağın ise ister istemez altın ve gümüşle ödenmesi gerekirdi, böylelikle de o metallerin krallıktaki miktarı artardı. Ama ülke, ihraç ettiğinden daha büyük bir değer ithal ettiği zaman, aksine yabancı ülkelerle arasında bir borç bakiyesi oluşurdu. Bu borcun ise onlara aynı şekilde altın ve gümüşle ödenmesi gerekirdi, böylelikle o metallerin krallıktaki miktarı azalırdı:Bu durumda ,o metallerin yurtdışına çıkışını yasaklamak bunu önleyemezdi, olsa olsa daha riskli kılarak daha pahalılaşırdı, dolayısıyla da bu alışveriş, aksi halde olabilecek duruma kıyasla, bakiye borcu bulunan ülkenin daha çok aleyhine dönerdi; yabancı ülke adına yazılı bir fatura satın alan tüccar, onu satan bankacıya yalnızca doğal riskin , sıkıntının ve parayı oraya gönderme masrafının bedelini değil, yasaktan kaynaklanan olağandışı riskin bedelini de ödemek zorunda kalırdı ama alışveriş herhangi bir ülkenin ne kadar çok aleyhine dönerse, zorunlu olarak ticaret dengesi de onun aleyhine gelişirdi; o ülkenin parasının değeri ister istemez alacaklı durumdaki ülkenin parasının değerine kıyasla o kadar değersiz hale gelirdi.

 
 
 

Comments


Yazı: Blog2_Post

Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

05397214750

©2020, hbdivarci tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page